-1- İSLAM DÜNYASI KENDİSİNİ SORGULASIN!!!--
-2- KILIÇDARĞOĞLUNA GÖRE DEFALARCA İSLAMA VE PEYGEMBERİNE
HAKARET ETMEK DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ--
-2.1- **KILIÇDAROĞLUNUN VERMESİ GEREKEN TEPKİYİ
CUMHURİYET YAZARI VERİNCE 37 YILIK GAZETECİ KOVULDU…**
Peygamberimize Yönelik Hakarete Düşünce Özgürlüğü Diyen Birisi, Ne Kadar samimidir...Halkımızın Taktiri.
Osmanlıyı Kuran Türkler Türklerle Alay Eden Osmanlı!(Kılıçdaroğlu)
--PROF.DR. İLBER ORTAYLI: Osmanlıyı Anlamayanın Kültürel Kişiliği Kopuktur...
İskenderiye Hamalı Kadar Değeri Yoktur.
Ben Osmanlı İmparatorluğu'nun çocuğuyum ve benim için Osmanlılık her şeyden daha temeldir. Onun sayesinde varız, onun sayesinde kültürel kişiliğimiz oluşuyor.
**Onu anlamayanın kültürel kişiliği kopuktur. İstediği kadar Fransızca bilsin, İngilizce bilsin, onu anlamayanın İskenderiye hamalı kadar değeri yoktur..."(İlber Ortaylı)
--Hocaların Hocası Halil İnalcık: Bana Osmanlı arşivlerini verin, size bir kültür imparatorluğu kurayım.(indyturk)
-Osmanlının Büyüklüğünü Anlatıyor.(Halil İnalcık Fatih Altaylı)
--Tarihçi İlber Ortaylı: "Türk dünyasında tek bir devlet vardır, Osmanlı.. Osmanlı devleti zirveyi teşkil eder, o en mükemmelidir."
Saltanat bitti halkın egemenliği esas alındı cumhuriyetle beraber. Şimdi osmanlı özlemcilerine sormak istiyorum cumhuriyet kurulurken osmanlıdan kalan ne vardı.Bir kilometre bile demir yolu yoktu. Kendi parasını basamıyordu. Bağımsızlığı yoktu.
(chp medyası paylaşmamış. video ensonhaber haber7 yenisafak)
Kılıçdaroğlu, "Devasa Osmanlı nasıl bir Anadolu bıraktı. Fabrikası olmayan, yolu olmayan, cahil bir toplumla ne yapabilirsiniz? Köy enstitüleri bunun için kurulmuştur. Yakın tarihimizi çok iyi bilmeliyiz. Bilmeliyiz ki bir daha aynı tuzaklara bu ülkeleri düşürmemeliyiz" ifadesini kullandı.
Osmanlı kendi parasını kuracak banka sahibi değildi. İlk Türkiye Cumhuriyeti’nin parasını basan Merkez Bankası olmuştur.
Koca Osmanlı diyorlar. Bir kilo şeker üretemeyen Osmanlı ile övünüyolar. O bir kilo şekeri 1926'da Uşak üretti. Koca Osmanlı bir tüfek üretemedi. O yüzden diyor ya ozan, delikli demir icat oldu mertlik bozuldu diye. Bir delikli demiri üretemeyen koca Osmanlı.. Osmanlı ile övünelim mi elbette övünelim ama tarihini bilmeyen geleceğini şekillendiremez.
(chp.org evrensel politikyol haberler) Konuşmanın tamamı için tıkla.
...Koca osmanlı, Koca osmanlı övünüyorlarya osmanlı osmanlı osmanlı. Bir kilo şeker üretemeyen osmanlı, bir kilo, bir kilo şeker üretemeyen osmanlı. O bir kilo şekeri neresi üretti? Uşak. 1926’da.
-Koca Osmanlı bir tüfek üretemiyordu; ya tüfek ya! O yüzden diyor ya ozan ‘delikli demir icat oldu, mertlik bozuldu’ diye.
Bir delikli demiri icat edemeyen, bulamayan koca Osmanlı; yalın kılıç gidiyorsun adam 500 metreden seni indiriyor tüfekle. Okuma yazma oranı kaçtı biliyor musunuz Osmanlı’da? Kadınlarda binde sekiz, bin kadından sekizi biliyor ancak okuma yazma, erkekler de yüzde altı, yüz erkekten sadece altısı okuma yazma biliyor. Kim getirdi bu hale Türkiye’yi? Övündükleri Osmanlı, işte bu Osmanlı! Ha Osmanlıyla övünelim mi? Elbette övünelim. Bizim atalarımız mı? Elbette bizim atalarımız. Onlarla gurur duyuyor muyuz? Elbette gurur duyuyoruz. Ama tarihini bilmeyen geleceğini şekillendiremez. Tarihini iyi bilmeyen geleceğini iyi kuramaz.
--Ordusu olmayan silah üretemeyen osmanlı 10 milyon km² bir coğrafyayı nasıl 6 asır yönetmiş?
--İstanbulun fethinde 17 çeşit silah kullanıldı...Osmanlı'nın 1421-22'lerde yaptığı savaşlarda top ve tüfeği kullandığını gösteriyor.(Prof. Mete Tunçay)
- Halil İnalcık Hoca 1964'de yazdığı ‘‘Osmanlı Devrinde Türk Ordusu’’
*XVI. yüzyılın başlarında Avrupa'da tüfekler ağır ve kullanışsızken, Osmanlı tüfeği kendisine has bir şekil kazanarak, savaşlarda sonucu belirleyen bir silah haline gelmişti
*Osmanlılar top ve tüfeği icat etmediler ama ateşli silahları geliştirip, öncü rol oynayarak Doğu ve Batı ordularına karşı büyük bir üstünlük kurdular. Osmanlı tüfeği kendisine has bir şekil kazanarak, savaşlarda sonucu belirleyen bir silah haline gelmişti.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu partisinin dün düzenlediği Eğitim Çalıştayı’nın açılışında önemli, çok önemli bir konuşma yaptı ve Türkiye’ye mükemmel bir tarih dersi verdi!
Kemal Bey, Osmanlı döneminde nasıl bir taassup, cehalet ve karanlık içerisinde olduğumuzu uzun uzun anlattı, 16. asır İslam dünyasının meşhur astronomu ve İstanbul’un ilk rasathanesinin kurucusu Takiyüddin’den bahsetti.......
--Zira bu konuda Kemal Bey’in iddia ettiği gibi bir istatistik yoktur! Hele bu oranın kadınlarda “binde sekiz” olduğunu ortaya çıkartacak, yani çok geniş bir alan araştırmasına ihtiyaç gösterecek bir çalışma hiç yapılmamıştır!
Milletin istiklalini milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Dikkatinizi çekerim milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Bir kişi kurtaracaktır demiyorlar şu kurtaracaktır demiyorlar, milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
Çünkü Osmanlı'da millet yoktur millet kavramı yoktur. Millet kavramının en güçlü girdiği belge sözcük olarak en güçlü girdiği belge Amasya tamimidir. Biz tarihimizi bilerek, verdiğimiz şehitlerin kanlarının ne kadar değerli olduğunu unutmayarak gazilerimizi unutmayarak sandığa gideceğiz oylarımızı öyle kullanacağız. (youtube milliyet ensonhaber )
1-Üç Kıtada Osmanlılar / Osmanlı'yı Yeniden Keşfetmek - 3 Kitabı: İlber Ortaylı, Osmanlı'yı Üç Kıtaya Hükmeden yöneticileri ve yönetim şekliyle, Akdeniz dünyasındaki hakimiyetiyle, millet sistemiyle, 18. yüzyıl Avrupasında değişen devletler dengesindeki rolüyle ve şehirlerdeki yaşam biçimiyle kısacası kendine özgü kimliğiyle tanımaya davet ediyor..
2-Osmanlı Devleti ve Toplumu’nun algısında millet kavramı nasıl şekillenmişti? Birden Fazla tarihçinin sözlerinden derlenmiş bir yazı...kitaptarihi.com
3-İlber Ortaylı: Osmanlılar’da Millet Sistemi: ....millet kelimesi bu anlamıyla Doğu ülkelerinde modern zamanlarda yaygınlaşmıştır....Yazının tamımı link1 link2 link3 link4
4-OSMANLI'DA MİLLET NİZAMNAMELERİ: AVRUPA İLE UYUM SÜRECİNDE RUM-ERMENİ-YAHUDİ CEMAAT DÜZENLEMELERİ
link1
-Bir metre milli Demiryolu Yoktu. (Önceki konuşmasında uyarıldığı için şimdi milli demiryolu yoktu demiş)
-Silahı Yoktu. Toplu İğne Üretemiyorlardı.
-Parasını Basacak Milli Bankası Yoktu
-Osmanlı’da millet mi vardı?
-Odularını Başkaları Yönetiyordu.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP Gençlik Kolları Kongresi'nde konuştu.
Osmanlı battığında bir metre milli demir yolu yoktu. Osmanlı'nın parasını basacak milli bankası yoktu. Övgüler düzüyorlar. Osmanlı'nın silahı yoktu. Osmanlı'nın ordularının başkaları yönetiyordu. Toplu iğne üretemiyorlardı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün hangi koşullarda Cumhuriyet'i kurduğunu hepimizin bilmesi lazım. O zor koşullarda Türkiye'yi demir ağlarla ördü. 1930'da Merkez Bankası'nı kurarak kendi milli paramıza sahip olduk. O zor koşullarda 1921'de Çocuk Esirgeme Kurumu'nu kurdu. 1925'te Kayseri'de uçak fabrikasının temelini attı. Kırıkkale'de Makina Kimya kuruldu. Bu gerçeğin hepimiz tarafından bilinmesi gerekiyor. Geçmişini bilmeyen geleceğini sağlıklı inşa edemez. Bu güruh geçmişini bilmediği için geleceğini inşa edemiyor.
Osmanlı'da millet mi vardı? Cumhuriyetle beraber oldu. Kimse sarayın, padişahın kulu kölesi olmadı. Hepimiz Cumhuriyet'in özgür ve eşit bireyleri olduk. Cumhuriyet kurulmasaydı belki böyle bir toplantı dahi yapamacaktık.
Devletlerin doğuşuna ve batışına da iyi bakmalıyız. Osmanlının batışına da iyi bakmalıyız. Bilimi ve bilgiyi reddettikten sonra Osmanlı bilimi ve bilgiyi reddettikten sonra çöküş sürecine girmiştir. Dumlupınar’da bir müzemiz var. O müzede Dumlupınar Savaşı’nda kullanılan silahlar sergileniyor. Yolunuz düşerse o müzeyi gidip lütfen gezin. Müzede kullanılan silahlar Almanların, Fransızların ve Amerikalıların, Rusların silahları. Ürettiğimiz tek silah yok. Ve biz Milli Kurtuluş Savaşı’nı hangi koşullar altında verdiğimizi de o müze aslında bize söylüyor. Boşuna Köroğlu ‘delikli demir icat oldu, mertlik bozuldu’ dememiştir. Siz delikli demiri icat edemiyorsanız mertlikten söz edemezsiniz. Elde yalın kılıç gideceksiniz karşınızdaki düşman sizi 500 metreden indirecek aşağıya. Bu aklın başarısıdır.
Bilgiyi reddederseniz zaten üretemezsiniz. Üzülerek ifade edeyim iktidar olanlar hala bunun farkında değiller. Ve Türkiye Osmanlı’nın son dönemlerini adeta yaşıyor bilgi açısından, teknoloji açısından.
-1-Bu çadırlar aynı zamanda güzel Türkçemizi asırlar boyunca yaşatan çadırlardır. Osmanlının sarayında farsça konuşulurdu, Osmanlıca konuşulurdu ama bu çadırlarda öz ve öz Türkçe konuşulurdu. Osmanlının zulmüne karşı bu çadırlarda ne mücadeleler verildi.
2-Ama emin olun yine içim acıyor, o cumhuriyetin ilk yıllarında bir metre bez üretemeyen cumhuriyet, bir metre bez üretemeyen Osmanlı, cumhuriyet kurulduğu zaman aşıyla, ekmeğiyle Anadolu’nun her tarafına fabrikalar götürdü.
Bakın, Osmanlının parasını basacak bankası yoktu arkadaşlar. Bizim milli bankamız ne zaman kuruldu? 1930, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. Kendi paramıza ancak 1930’larda sahip çıkabildik. Olabildi bizim paramız. Biz bütün bu tarihi ve gerçekleri bilmek zorundayız.
3-Tek adama teslim edilen bir Osmanlı imparatorluğu bir talimatla, bir emirle bütün o gemiler geldi ve başkent işgal edildi. Ve Gazi Meclis, Atatürk hiçbir zaman tek adam olmadı, hiçbir zaman tek adam hevesinde olmadı.
4-Kimsenin kulu ve kölesi olmayalım. Efendim Osmanlı döneminde herkes Osmanlı padişahının kulu ve kölesiydi. Millet diye bir kavram yoktu. Türk milleti diye de bir kavram yoktu.Çünkü Osmanlı Türklerle alay ediyordu, Dadaloğlu’nu yaşatmıyordu, Köroğlu’nu yaşatmıyordu, Yörük Ali Efeleri biliyoruz, Atçalı Kel Mehmetleri biliyoruz. Bütün bunların hepsini biliyoruz. Biz tarihimizi bilelim, tarihimize saygı gösterelim.... (dunya chp.org diken birgun t24 evrensel t24-2 ensonhaber)
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, "SİLİFKE YÖRÜK TÜRKMEN ÇALIŞTAYI"NDA KONUŞTU (22 NİSAN 2018)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:
"25 Haziran’da güzel bir Türkiye’ye uyanmak zorundayız. Demokrasisi gelişmiş bir ülkede yaşamak zorundayız. Haziran’da bir düğün, bayram havası içerisinde sandığa gidelim. Bize düşen görev, Mustafa Kemal’in vasiyetini yerine getirmek. Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmak. Türkiye’yi tek adama teslim etmeyin"
Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun, Mersin’in Silifke ilçesindeki Gökbelen Yaylası’nda düzenlenen Silifke Yörük Türkmen Çalıştayı’nda yaptığı konuşma şöyle:
Evet benden önce arkadaşlar konuştu. Öncelikle şunu ifade edeyim, Gökbelen yaylasında Yörük Türkmenlerle beraber olmak, bana bu onuru kazandıran Belediye Başkanıma ve öncelikle de sizlere yürekten teşekkür ediyorum.
Az önce muhtarlarımızla, Yörük Türkmen Dernek yöneticileriyle bir araya geldik. Onlar sordular ben notlarımı aldım. Önce muhtarlarla ilgili bölümü söyleyeyim. Salı günü grup toplantısını tümüyle muhtarlarımıza ayıracağım. Türkiye’deki bütün muhtarlara sesleniyorum, size pek çok şey söylendi ama ben hiç kimsenin duymadığı, hiçbir siyasi liderin dile getirmediği muhtarlarla ilgili düşüncelerimi Salı günü bütün Türkiye’ye ilan edeceğim. Bütün muhtarlar Salı günü beni dikkatle dinlesinler. Bakalım el mi yaman, bey mi yaman.
Efendim yine Yörük Türkmen Derneklerinin saygıdeğer başkanları dediler ki, “Dernek kuruyoruz, cebimizden para koyuyoruz, bazen kira ödemekte zorlanıyoruz, acaba Cumhuriyet Halk Partili belediyeler sivil toplum örgütleri için özel bir merkez yapabilirler mi? Bütün dernekler bir araya gelsin ve bir arada kalsınlar diye.” Bizim Muratpaşa Belediyemiz böyle bir tesisi açtı, açılışına ben gittim. Bütün sivil toplum örgütleri orada bir araya geliyorlar, her birisinin ayrı bağımsız yerleri var ve çalışıyorlar. Tek isteğimiz var Türkiye’nin birliği ve bütünlüğü çerçevesinde çalışın ve hepinizin başımızın üstünde yeri var. Benzerini Nilüfer Belediyemiz de yapıyor.
Yine Yörük Türkmen kardeşlerimizden birisi şunu söyledi, “Konuyoruz, göçüyoruz, konar göçmek bizim hayatımızda var. Dağları seviyoruz, böyle yaşıyoruz, böyle gördük dedelerimizden, atalarımızdan böyle gördük. Ama gezici olmanın da bize yüklediği maliyetler var. Çıkacağız gezeceğiz ama çocuklarımız okuldan oluyor. Sağlık sorunumuz oluyor, kadınlarımız doğum yapıyor doktor bulmakta zorluk çekiyoruz. Bize gezici eğitim ve gezici sağlık üniteleri oluşturun, bizim çocuklarımız okusun.” Bütün Yörük Türkmen kadınlarına şu sözü veriyorum, bana yetkiyi verin çocuklarınız dünyanın en güzel okullarında en iyi öğretmenlerle eğitilecektir. İster gezici olsun, ister kalıcı olsun. Bunu yapmak benim boynumun borcudur.
Yine Yörük Türkmen derneklerinin yöneticileri dediler ki, “Konuyoruz, göçüyoruz. Az önce kadın bacımız da konuştu. Yaylalara çıkıyoruz, keçilerimizle çıkıyoruz, jandarma karşımıza çıkıyor, kaymakam karşımıza çıkıyor, cezalar kesiliyor, paralar ödüyoruz, rahat etmiyoruz. Ama biz böyle yaşıyoruz, böyle çalışmak istiyoruz, böyle mutluyuz, dağlar bizimdir, biz dağlarda çalışıyoruz, dağlarda üretiyoruz. Dolayısıyla bize destek verilmesi lazım” dedi. Onlara yine şu sözü veriyorum, bize yetki verin sadece Yörük Türkmenler değil, bu ülkede yaşayan, al bayrağımızın altında yaşayan bütün vatandaşlarıma huzuru vaat ediyorum huzuru. Birlikte yaşamayı vaat ediyorum. Kimseyi ayırmadan, kimseyi ötekileştirmeden, kimsenin kimliğinden ötürü, yaşam tarzından ötürü, inancından ötürü kimseyi ayrıştırmadan mademki birlikte yaşıyoruz, mademki beraber yaşıyoruz, mademki aynı havayı teneffüs ediyoruz, mademki bu dağlar bizim, mademki bu ovalar bizim, mademki bu gökyüzü bizim bu ülkeyi cennete dönüştürmek benim görevim, sizin göreviniz, hepinizin görevi. Kavga değil, huzur istiyoruz, barış istiyoruz kendi ülkemizde. Bunu sağlayacağız.
Büyükşehir yasasından söz ettiler muhtar arkadaşlarım. Köy tüzel kişiliğini geri istiyorlar, elbette vereceğiz hiç kimsenin endişesi olmasın ve sonunda bir Yörük Türkmen kızı dedi ki, “Benim adım hiç önemli değil, benim keçim, benim koyunum da hiç önemli değil. Benim dağlarım, benim ovalarım, ben sadece ve sadece vatanımı düşünüyorum, benim için her şey bir tarafa bayrağım ve vatanım benim için en önemli değerdir. Ne keçisi dedi, ne derdi dedi. Türkiye’nin bekası konuşuluyor ben vatanımı sonuna kadar savunacağım” dedi. Gökbelen Yaylasında bir Türkmen kızı tarafından evet vatan her şeyin üstündedir deniyorsa, o Gazi Mustafa Kemal’in söylediği hani “Gidin Toroslara bakın. Toroslarda eğer bir Türkmen obasında çadırda duman tütüyorsa rahat olun. Ülkenin geleceği güvence altındadır” diyor. O nedenle biz ülkenin geleceğinden en ufak bir endişe duymuyoruz. Neden? Bu ülkenin Yörükleri ve Türkmenleri var. Bu ülkenin kahramanları sizlersiniz, bu ülkenin Yörük Ali Efeleri şu anda bu yaylada. Bu ülkenin Dadaloğulları burada, bu ülkenin Avşarları burada, Sarıkeçilileri burada, bu ülkenin güvencesi burada, garantisi burada diyoruz.
Efendim yaylalar, yayla kültürü binlerce yıldır kültürümüzdür yaylalar. Yaylalar aynı zamanda hürriyet, özgürlük alanlarıdır. Yaylalara çıktığınız zaman kendinizi dünyayla kucaklaşmış bulursunuz. Yaylalara çıktığınız zaman sıcağında, soğuğunda keyif alırsınız. Yaylalara çıktığınız zaman kuzulayan keçileri görürsünüz, o küçücük sevimli keçiler onlara baktığımız zaman güzel bir hayatı, birlikte ne kadar güzel yaşadığımızı görürüz ve güzel hayata tanık oluruz. Bu yayla kültürü elbette bizim kadim kültürümüzdür. Bu kadim kültürü yaşatmak sadece benim değil, bu ülkede herkesin ama herkesin yaşayan herkesin ortak görevidir. Elbette yaylalarda çadırlar da var. Az önce çadırlarda birlikte olduk, az önce çadırlarda laf aramızda daha henüz çay kahve ikram edilmedi. Onu bekliyorum ne zaman çay kahve ikram edilecek. Yayla kültürü çok güzel ve olağanüstü bir kültürdür. Bir arkadaşımız dedi ki, “Sayın Kılıçdaroğlu Yörük Türkmenleri biraz daha yakından tanımak için buraya geldi ve bizim aramıza katıldı” dedi. Benim kökenimde de, benim inancımda da sizin inancınız ve kültürünüz vardır. Benim büyük dedelerim Konya’nın Akşehir’inde yerleşmişlerdir, İran Horasan’ından gelip Konya’nın Akşehir’ine yerleşmişlerdir. Büyük dedemizin türbesi oradadır. Yörük kültürünü de çok iyi bilirim, Yörük geleneklerini de çok iyi bilirim, bunu en iyi koca ninemden bilirim. O konuştuğu zaman amcalarım, babam dahil amcalarımın hiçbirisi konuşamazdı. O evde bir otoriteydi ve onun otoritesini hiç unutmuyorum. Dolayısıyla Yörük kültüründe koca kadın ne demektir onu da gayet iyi biliyorum, hayatımda da bunu gördüm.
Bu çadırlarda sadece insanlar oturup sohbet etmiyor, bu çadırlarda türküler var, bu çadırlarda şarkılar var, bu çadırlarda hayat var, yeni doğan çocuklar var. Bu çocuklar büyüyecekler, kendi kültürlerini tanıyacaklar. Dolayısıyla o kültürü yaşatmak için ayrıca mücadele edecekler ve bu çadırlarda acılar da var zaman zaman, gözyaşları da var. Dolayısıyla Yörük kültürünün çadırlarını hepimiz bilmek zorundayız.
Az önce de söyledim, bu çadırların bir özelliği daha var. Bu çadırlar zulme karşı direnenlerin mekanıdır. Dadaloğlu’nun mekanıdır bu çadırlar. Bu çadırlar Köroğlu’nun mekanıdır. Bu çadırlar Yörük Ali Efelerin mekanıdır. Bu çadırlar Kuvayımilliyecilerin çadırlarıdır, bunu herkesin çok iyi bilmesi lazım. Ve bu çadırlar “ferman padişahınsa dağlar bizimdir” diyenlerin çadırlarıdır. Zulme karşı başkaldıranların çadırlarıdır. Bu çadırlar baskıyı kabul etmez, baskıya karşı direnir, zulme ve zalime karşı direnir. Yörük kültürünün zaten felsefesi de budur. Türkmen kültürünün felsefesinde de zaten bu vardır. Dolayısıyla bu çadırlar kadim Anadolu kültürünün eserleridir. O nedenle bu çadırlar hepimizin ortak çadırlarıdır.
Değerli arkadaşlarım, değerli dostlarım, şunu da ifade etmek isterim. Bu çadırlar aynı zamanda güzel Türkçemizi asırlar boyunca yaşatan çadırlardır. Osmanlının sarayında farsça konuşulurdu, Osmanlıca konuşulurdu ama bu çadırlarda öz ve öz Türkçe konuşulurdu. Osmanlının zulmüne karşı bu çadırlarda ne mücadeleler verildi. Dadaloğlu, Köroğlu boşuna mı çıktı? Boşuna mı söylediler padişahın fermanını, ama dağlarında bize ait olduğunu boşuna mı söylediler? Elbette ki bu çadırları bileceğiz, bu kültürü de bileceğiz, geçmişimizi de bileceğiz, geçmişten ders alacağız daha güzel bir geleceği hep beraber inşa etmek için bunun mücadelesini vereceğiz. Ve bu çadırlar vatanseverliğin odak noktasıdır. Vatanseverlik demek işte bu çadırlarda kendi hayatını bulur. Bunu da bilmemiz gerekiyor. Ve bu çadırlarda bayraklarımız dalgalanır. Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır der.
O nedenle bayrağımızın al bayrak olması ve vatan uğruna mücadele etmemiz bizim birlikteliğimizin temel şartlarından birisidir. Ve bu çadırlarda bir şey daha var. Bu çadırlarda hak, hukuk ve adalet var. Bu çadırlarda adalet olmasaydı bu çadırlar binlerce yıldır yaşayamazdı. Hakkı, hukuku ve adaleti ak saçlı ninelerimiz, ak saçlı beylerimiz burada adaleti sağlıyorlar, hukuku sağlıyorlar.
O nedenle ben sadece Türkmen Yörükleri için değil, sadece diğer kimlikler için değil, sadece şu vatanımız için değil, ben bütün dünya için, adalet için 450 kilometreyi yürüdüm. Çünkü adalet hepimizin, insanlığın temel kavramıdır. Ve adaleti ben bu çadırlarda öğrendim. Adaleti ben kendi evimde öğrendim, adaleti ben insanlardan öğrendim, adaleti ben bilge insanlardan öğrendim. Adaleti ben sevgili peygamberimizden öğrendim. Adaleti ben bu ülkenin bilgili bilim insanlarından öğrendim. Adaleti ben bütün dünya için öğrendim. Ve adaleti bu çadırlarda hep beraber yaşatacağız. Adalet bizim vazgeçilmezimizdir.
Biz adalet için mücadele ederken, vatanımız için uğraşırken, güzel bir Türkiye’de hep beraber yaşamak isterken acaba gerçekten de 2018’in Türkiye’sinde ne oluyor? Çıkıp 2018’in Türkiye’sinde “Türkiye’nin beka sorunu vardır” diyorlarsa şu soruyu hep beraber Yörük Türkmen kardeşlerimin sorması lazım. 15 yıl önce, 16 yıl önce kimse Türkiye’nin bir beka sorunu vardır demiyordu. Ne oldu da 15 yılın sonunda Türkiye’de bir beka sorunundan, Türkiye’de bir gelecek sorunundan, Türkiye’de bir vatan sorunundan söz ediyoruz? 15 yılda bu ülkeyi nereye götürdüler? Herkesin oturup düşünmesi lazım. Bakın bunun partilerle ilgisi yok, bu bir memleket meselesidir. Ben size neden ülke bu hale geldi tarihten ve günümüzden bir örnek vereceğim. Tarihten örnek, Çanakkale, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Savaşının önsözünü yazdığı Çanakkale. Yedi düvele karşı mücadele edilen Çanakkale. Her karış toprağında şehitlerin ve şehitlerimizin kanının olduğu Çanakkale. Her ilden şehidimizin olduğu Çanakkale. Hiçbir ayrım yapmadan her kimlikten, her inançtan, her yaşam tarzından şehidimizin olduğu Çanakkale. O Çanakkale’de yedi düvele karşı mücadele ettik ve Çanakkale geçilmez destanını yazdık. Ve bu destan üzerine batının egemen güçleri geldikleri gibi gittiler. Ama fazla sürmedi 1919 bir adam çıktı, çünkü devlet tek adama teslim edilmişti bir kişi çıktı. Dönemin padişahı çıktı 1919’da dedi ki, “Çanakkale’yi açacaksınız o güçlere” ve o güçler daha önce geçemedikleri Çanakkale’den kendi bayraklarıyla geçtiler ve geldiler Marmara Denizine. Sarayın önünde demirlediler, kendi bayraklarını astılar ve İstanbul’un payitahtını işgal ettiler. Gerçekten üzülüyorum, vicdan azabı duyuyorum. Ve onu gören bir kahraman vardı, sizin kahramanınız, bizim kahramanımız, Yörüklerin kahramanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, dedi ki, “geldikleri gibi gidecekler” dedi.
Emin olun vicdanım sızlıyor emin olun. Yahu 1916’larda geçilemeyen bir yeri, geçilemeyen bir boğazı 1919’da nasıl gider teslim edersin. Devleti bir kişiye teslim ederseniz, bir kişinin iradesine teslim ederseniz bu sonuç doğar işte. Çünkü devlet bir kişi değildir, devlet farklıdır. Devletin temelinde adalet vardır. Adaletin olmadığı yerde devlet olmaz. Şimdi 2018’in Türkiye’sinde devleti bir kişiye teslim ederseniz 1919’da neler yaşandıysa, 1916’da neler yaşandıysa benzer bir sorunu yaşayabiliriz. O nedenle çıkıp bugün bilge insanlar Türkiye’nin geleceğinden endişe ediyorlar ne olacak diyorlar. Türkiye’nin geleceğinden endişe duyuyorlar. Biz birlikte çalışmak zorundayız. Bu iş bir parti meselesi değildir. Bu iş bir memleket meselesidir, bu iş bir adalet meselesidir. Adalet bir kişi için değil, bir toplum için değil, az önce söyledim sadece bir kimlik, sadece bir millet için değil, dünyada yaşayan bütün milletler için adalet geçerlidir. Tıpkı cumhuriyetin olması gerektiği gibi. Gazi Mustafa Kemal Atatürk cumhuriyeti kurduktan sonra bütün İslam dünyasının da cumhuriyet kurduğunu biliyor musunuz? Demokrasiyi şimdi büyüteceğiz, demokrasiyi geliştireceğiz. Ama emin olun yine içim acıyor, o cumhuriyetin ilk yıllarında bir metre bez üretemeyen cumhuriyet, bir metre bez üretemeyen Osmanlı, cumhuriyet kurulduğu zaman aşıyla, ekmeğiyle Anadolu’nun her tarafına fabrikalar götürdü.
Bakın, Osmanlının parasını basacak bankası yoktu arkadaşlar. Bizim milli bankamız ne zaman kuruldu? 1930, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. Kendi paramıza ancak 1930’larda sahip çıkabildik. Olabildi bizim paramız. Biz bütün bu tarihi ve gerçekleri bilmek zorundayız.
Bakın, Şeker-İş sendikasından bir arkadaşımız burada. Ne diyorduk slogan atıyorduk? ‘Şeker vatandır, vatan satılmaz’ diye. Evet şeker vatandır, vatan satılmaz. Başkalarının ürettiğini bize tükettirmek istiyorlar. Diyorlar ki, Türkiye 80 milyon, 80 milyonu kim besleyecek, kim doyuracak? Egemen güçler mi doyuracak, bizim insanımız mı doyuracak, bizim çiftçimiz mi doyuracak, Fransa’nın, Almanya’nın, Hollanda’nın çiftçisi mi doyuracak? Biz bizim çiftçiden yanayız, bizim çiftçimiz çalışsın, bizim çiftçimiz üretsin, bizim çiftçimiz kazansın. Yine söylediler dediler ki, Silifke Belediye Başkanı çok önemli bir adım attı. Süt üreticileriyle bir kooperatif kuruyor. Gayet güzel. İzmir’de yaptık biz bunu, Burdur’da yaptık biz bunu, pek çok yerde yaptık. Bizim belediyelerimizin olduğu yerlerde kırsal kesimdeki çiftçi mağdur olmuyor. Diyoruz ki, kooperatif kurun Ali’den, Veli’den süt almayacağım siz kurun, siz kazanın, sizden sütü alacağım, işleyeceğim, ucuza belde halkına vereceğim. Silifke’nin yoğurdundan söz ediliyordu ne kadar güzel şarkısı var, türküsü var Silifke’nin yoğurdu diye. Yoğurt yok, nerede bu yoğurt? Bu yoğurdu getirecek olan Silifke Belediye Başkanımız getirecek o yoğurdu.
Bakın, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanımız gitti Tire’de süt kooperatifi kurdu. Tire süt kooperatifinin başkanını buraya davet ettik, geldiler Yörüklerle, Türkmenlerle görüşüyorlar. Keçi sütü dünyanın en güzel sütüdür. Keçi sütünden dünyanın en güzel dondurması yapılır. Keçi sütünden dünyanın en güzel ve en besleyici peyniri yapılır. O nedenle Belediye Başkanımız kooperatifi kurduracak, süt üreticilerinden sütü alacak, iyi parayla alacak, onlar da kazanacaklar ve üretecekler. Silifkeli de kazanacak, sizler de kazanacaksınız. Bu işin kaybedeni kim? Bu işin kaybedeni Türkiye’ye gözünü dikmiş sütü siz üretmeyin biz dışarıdan size getireceğiz, samanı üretmeyin dışarıdan getireceğiz, eti üretmeyin dışarıdan getireceğiz, nohudu, mercimeği üretmeyin dışarıdan getireceğiz. Onlar üzülecekler. Varsınlar üzülsünler. Biz kendi ülkemizin insanı kazansın, hepimiz kazanalım ve hepimiz bu ülkede huzur içinde yaşayalım. Bunu yapacağız.
Ve bir şey daha, Man Adası mı dediniz. Şu soruyu yine her Yörük Türkmen kardeşim kendisine sorsun. 16 yıldır bu ülkede işsizlik sorunu niye çözülmedi? 16 yıldır bu ülkede emekli niye rahat bir nefes almadı? 16 yıldır bu ülkede çiftçi niye mutsuz, hayatından memnun değil? 16 yıldır neden Türkiye tefecilere teslim edildi? 15 yılda, daha rakamın 16. yılı ilan edilmedi onu bilmiyoruz, 15 yılda yurtdışındaki bir avuç tefeciye ödenen para 150 milyar dolar. 150 milyar doları sizler ödediniz, çiftçiye vermediler onlara verdiler, emekliye vermediler onlara verdiler. Diyorum ki, ya benim söylediğim 150 milyar dolar yanlışsa Ey Kılıçdaroğlu- sık sık söylüyorsun Ey Kılıçdaroğlu, Ey Kılıçdaroğlu, Ey Kılıçdaroğlu- e de Ey Kılıçdaroğlu 150 milyar dolar yalandır de. Diyemiyor, söyleyemiyor. 15 yılda 150 milyar doları siz dışarıdaki bir avuç tefeciye ödüyorsanız yakayı tefeciye kaptırmışsınız demektir. Hükümetin yakası tefeciye kaptırılmış durumda.
Yörük Türkmen kardeşlerime sesleniyorum, vatan dedik, bayrak dedik, beraber yaşayalım dedik, huzur içinde yaşayalım dedik. Ama bir görevimiz daha var ülkeyi tefecilerden kurtarmak. Bu bizim görevimiz. Tefecilerden kurtaracağız ülkeyi. Faiz hangi dönemde vardı? Osmanlı Düyun-u Umumiye döneminde vardı. Düyun-u Umumiye’nin İstanbul’daki bürosunda çalışan memur sayısı Osmanlının Maliye Bakanlığında çalışan memur sayısından fazlaydı. Bütün vergileri Düyun-u Umumiye alır, yani yabancılar alırdı. Şimdi yabancılara banka havalesiyle gönderiyorlar. Hepimiz düşünmek zorundayız, hepimizin görevi var. Biliyorum bana diyeceksiniz ki, Ey Kılıçdaroğlu çalış, Ey Kılıçdaroğlu şunu yap. Ben gün 24 saatse sözüm söz, Türkmen kardeşlerime sözüm söz, Yörük kardeşlerime sözüm söz vallahi de, billahi de sizin için bir Yörük Ali Efe nasıl çalışıyorsa öyle çalışacağım. Yine sözüm söz Dadaloğlu nasıl zulme karşı çıkmışsa sözüm söz Dadaloğlu gibi bütün zulme karşı çıkacağım. Boşuna mı Türkmen kültürü bizim ruhumuzda var diyoruz? Boşuna mı Dadaloğlu diyoruz biz? Boşuna mı Kuvayımilliye diyoruz? Bugün dağlarda özgürce yaşayanlar eğer ülkenin geleceğinden endişe duyuyorlarsa hepimizin sorumluluğu var demektir. Kime karşı? Önce bayrağımıza karşı. Kime karşı? Vatanımıza karşı. Kime karşı? Çocuklarımıza karşı. Biz bu bölgenin yıldızı olabiliriz. Bakın bir daha söylüyorum, biz bu bölgenin yıldızı olabiliriz. Arap coğrafyasında akrabalarımız var, Kafkas coğrafyasında akrabalarımız var, Balkan coğrafyasında akrabalarımız var. Peki Arap coğrafyasında, Kafkas coğrafyasında, Balkan coğrafyasında neden dışlanıyoruz? Akrabalarımız ordaysa onlarla beraber çok güzel bir dünyayı inşa edebiliriz. İşadamlarımız gider, bakın ben dün İstanbul’da Balkan ve Rumeli çalıştayı yaptım. Balkanlarda sizin akrabalarınız var, Konya Karaman’dan Balkanlara gidenler. Üstelik İstanbul’un fethinden önce gittiler Yörükler oraya, Türkmenler oraya gittiler. Gazi Mustafa Kemal de bir Yörük’tür, o da gitti Konya Karaman’dan gitti oraya. Bana soruyorlar Yörükler hangi partiye oy versin? Bana kızıyorsanız vermeyin ama sizin partinizin kurucusu sizsiniz arkadaş, sizin akrabanız, sizin büyüğünüz Mustafa Kemal Atatürk.
Dolayısıyla Yörük kültürünün değerli bir kültür olduğunu, evrensel bir kültür olduğunu, evrenselden şunu kastediyorum, Yörük kültürünün içinde adalet vardır, Yörük kültürünün içinde hak ve hukuk vardır, Yörük kültürünün içinde büyüğe saygı vardır, Yörük kültürünün içinde bayrağa saygı vardır, Yörük kültürünün içinde vatana sevgi vardır. O nedenle Yörük kültürü evrensel bir kültürdür diyoruz. Ve ben sizler için arkadaşlarımla beraber mücadele edeceğim. Tek adama Türkiye’yi teslim etmeyin, bir adama Türkiye’yi teslim etmeyin. Söyledim Çanakkale’yi, Çanakkale’de ne olduğunu söyledim. Tek adama teslim edilen bir Osmanlı imparatorluğu bir talimatla, bir emirle bütün o gemiler geldi ve başkent işgal edildi. Ve Gazi Meclis, Atatürk hiçbir zaman tek adam olmadı, hiçbir zaman tek adam hevesinde olmadı. Milli Kurtuluş Savaşını mecliste yönetti. Hiçbir zaman tek adam yetkisi istemedi. Hiçbir zaman ömür boyu başkomutanlık istemedi. Meclise geldi bana üç aylık süreyle Başkomutanlık yetkisi verin dedi. Bir daha geldi 4 ay süreyle başkomutanlık yetkisi verin dedi. Girdi savaşa mücadeleyi kazandı, bir daha geldi. Efendim ordu yabancı düşman askerleri Polatlı’ya kadar gelmişlerdi. Ne yapacağız? Gazi Mustafa Kemal Atatürk bana Başkomutanlık yetkisini verin onları denize dökeceğim İzmir’de dedi. Yaptı mı? Yaptı. Sonra tekrar Başkomutanlık yetkisini TBMM’ye verdi. Şimdi adamın birisi kalkmış asker elbiselerini giyiyor ben Başkomutanım diye ortalıkta geziyor. Yani anlayamıyorum. Sen neler yaptın da Başkomutan oldun? Devletin kozmik odasını… Bir şey söyleyeyim, Yörük Türkmen kültürünün önemli noktalarından birisi de şudur, devlete saygıdır. Neden? Devlet adalet dağıtır. Eğer bugün Başkomutan olarak ortalıkta gezen zat devletin kozmik odasını, bakın söylüyorum devletin kozmik odasını, devletin bütün sırlarını bir terör örgütüne açtırmışsa ve bütün o sırları bir terör örgütüne vermişse o kişiye bizim kitabımızda vatan haini denir kimse kusura bakmasın. Kimse kusura bakmasın vatan haini denir. Devletin bütün sırlarını açacaksın, terör örgütüne vereceksin, teslim edeceksin, sonrada kalkıp diyeceksin ki, beni aldattılar, beni kandırdılar, bunu itiraf edeceksin, sonra asker elbisesi diktirip ortalıkta komutan gibi gezeceksin. Yemezler. Bu millet bunu yemez. Namuslu insanlar bunu yemez, dürüst insanlar bunu yemez, vatanseverler bunu yemez. Bu kadar net söylüyorum.
Afrin’e giden asker benim askerimdir, başımın üstünde yeri vardır. Afrin’e giden bu milletin askeridir. Sen kalkacaksın hem çocuklarını göndermeyeceksin askere, kalkacaksın Afrin’den bilmem afra, tafra yapacaksın, yemezler! Kalkacaksın “ÖSO kahramandır” diyeceksin, “ÖSO Kuvayımilliyecidir” diyeceksin. ÖSO’yu Kuvayımilliyecilikle bir araya getirmek Kuvayımilliyeyi tanımamaktır. Kuvayımilliyede mücadele eden Yörükler devletten maaş mı aldılar, para mı aldılar bayrağı koruyacağız diye, vatanı koruyacağız diye. İnsanda biraz utanma olur ya, ar olup, edep olur! Kuvayımilliyeciler bir lokma bir hırkayla, kadınıyla, erkeğiyle, yaşlısıyla, genciyle düşmana karşı mücadele ettiler, beş kuruş beklentileri olmadı. Onlar, “özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Mustafa Kemal’in yolundan gittiler, “özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” dediler. Şimdi kalkacaksın bunu yapacaksın. Parayla asker tutuyorsun lejyoner bunlar! “ÖSO bunu yapıyor, bilmem nedir, bunlar Kuvayımilliye gibi çalışıyorlar…” Yemezler, Kuvayımilliye değildir bunlar! Kuvayımilliye ayrıdır. Kuvayımilliye vatanseverliktir. Kuvayımilliye ölümü göze almaktır. Vatanı için, bayrağı için ölümü göze almaktır. Kuvayımilliyeden söz edeceksen oğlunu askere göndereceksin önce oğlunu kaçırmayacaksın, askere göndereceksin. Ondan sonra kalkacaksın diyeceksin ki, ben ülkemi, vatanımı seviyorum diyeceksin. Ve sen asker elbisesi diktireceksin kendine sabahleyin Rusya’nın yanında olacaksın, öğleden sonra da Amerika’nın yanında olacaksın. Mustafa Kemal’in böyle bir dış politikası mı vardı? Mustafa Kemal “özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” diyordu, “yurtta barış, dünyada barış” diyordu ve Mustafa Kemal yedi düvele karşı mücadele eden bir kahramandı. Onun düşmanları bile ona saygı gösteriyordu.
Bütün Yörüklere sesleniyorum, bütün Türkmenlere sesleniyorum, 25 Haziran’da güzel bir Türkiye’ye uyanmak zorundayız. Güzel bir Türkiye, demokrasisi gelişmiş bir ülkede yaşamak zorundayız. Herkesin düşüncesine saygı göstermek zorundayız. Herkesin kimliğine saygı göstermek zorundayız. Bu ülkeyi cennet gibi yapabiliriz. Herkes sabah kalkıyor acaba bugün ülkede ne olacak diye, vatanda ne olacak diye kaygıyla bekliyor. Her şeyi satmaya çalışıyorlar. Bakın, fabrikaları sattılar, arsaları sattılar, daireleri sattılar, dünyanın borcunu elde ettiler ve gittiler yakayı Londra’daki bir avuç tefeciye teslim ettiler. Bize düşen bir görev var, hep beraber düşen bir görev var. Bu dağlar hepimizin dağlarıdır, bu ovalar hepimizin ovalarıdır, bu yeşillikler hepimizin yeşillikleridir. Biz kadınıyla, kızıyla, yaşlısıyla genciyle ve çocuklarımızla beraber bu ülkede, güzel ülkede huzur içinde yaşamak istiyoruz, birlikte yaşamak istiyoruz, birlikte yaşama irademizi ortaya koymak istiyoruz. Kimsenin kulu ve kölesi olmayalım. Efendim Osmanlı döneminde herkes Osmanlı padişahının kulu ve kölesiydi. Millet diye bir kavram yoktu. Türk milleti diye de bir kavram yoktu. Çünkü Osmanlı Türklerle alay ediyordu, Dadaloğlu’nu yaşatmıyordu, Köroğlu’nu yaşatmıyordu, Yörük Ali Efeleri biliyoruz, Atçalı Kel Mehmetleri biliyoruz. Bütün bunların hepsini biliyoruz. Biz tarihimizi bilelim, tarihimize saygı gösterelim ama güzel bir Türkiye’de beraber yaşayalım, birlikte yaşayalım, ayrım yapmayalım. Birlikte yaşarsak göreceksiniz bizim türkülerimiz de güzel olacak, şarkılarımız da güzel olacak. Haziran nedir? Haziran aydınlığın en fazla olduğu aydır. Haziran kirazların olduğu aydır. Haziran hep birlikte şarkılar, türküler söyleyeceğimiz bir aydır. Haziran baharın sonlandığı bir aydır. Haziran ağaçların meyveye durduğu bir aydır. Haziran’da sizler yaylaya çıkarsınız. Haziran’da yaylalarda şenlikler yaparsınız, dolayısıyla Haziran güzel bir aydır. Haziran’da hep beraber bir düğün havası içinde, bir bayram havası içinde sandığa gidelim ve diyelim ki, bu güzel ülkeyi cumhuriyeti kuranlar var; Mustafa Kemal, silah arkadaşları, şehitlerimiz, gazilerimiz var ve onlar bu güzel ülkeyi kurdular. Bize düşen görev Mustafa Kemal’in vasiyetini yerine getirmektir. Nedir o? Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak. Cumhuriyeti hep birlikte demokrasiyle taçlandıracağız.
Hepinize en içten selamlarımı, sevgilerimi sunuyorum. Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. Birlikte olalım, güzel vatanımız için, bayrağımız için birlikte mücadele edelim. Sağ olun, var olun diyorum.
İlber Ortaylı-2: Doğrusu Türkçedir. Arap harfleri ile yazılır.Öğrenmeside zor değildir... (tarihdergi.com youtube youtube2 youtube3 youtube4)
İlber Ortaylı-3:III. Milli Kültür Şûrası'nda konuşan Tarih Profesörü İlber Ortaylı, "Bu yaşa geldik hala insanlar ağlaşıyor. Osmanlıca 15 günde öğrenilir. Ruslara bile öğrettim" dedi. (cnnturk)
Türk Tarih Kurumu-1:Açıklamada, “623 yıl süren bu muazzam iktidarın devlet dili tabii ki Türkçe’ydi. Sarayda, orduda, medresede ve Türklerle meskun şehirlerinde Türkçe konuşulmuştur. Osmanlı Türkçesi, Türkiye Türkçesi’nin bir tarihi dönemini temsil eder. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı devletinin siyasi, sosyal, hukuki, tarihi ve geleneksel mirasçısı bir devlet olarak doğmuştur” ifadeleri yer aldı.
Nasıl kalkındıracağız ülkeyi, topluiğne bile üretemiyor ülke. Bir metre milli demiryolu bile yok. Bir bankası yok parasını basacak. Nasıl büyüteceğiz, nasıl kalkınacağız ve nasıl elaleme avuç açmadan, yalvarmadan yakarmadan nasıl büyüyeceğiz.
Çünkü o Osmanlının nasıl battığına tanık oldu. Üniversiteleri yoktu, bankaları yoktu, fabrikaları yoktu, çalışanları yoktu, bir savaştan öbür savaşa koşan askerleri vardı, yorgundu ve bitaptı.
.... Demir-çelik fabrikaları kuruldu. Kimseye yalvarılmadı, kimseye el avuç açılmadı ve Osmanlının borçları son kuruşuna kadar ödendi.
...Hiç kimseye ben borç ödemiyorum da denmedi ve fabrikalar 1940’lı yıllarda Türkiye uçak ihraç eden ülkeydi.
Osmanlının parasını basan matbaa kimindi? Yabancılarındı. Peki Türkiye Cumhuriyeti kendi parasını ne zaman bastı? 1930 yılında Merkez Bankasını kurarak. Osmanlının parasını basacak matbaası bile yoktu. Osmanlı deyince Fatih’i anlıyoruz, Kanuni’yi anlıyoruz. Elbette Osmanlı bizim atamız, elbette Kanuni’yi de, elbette Fatih’i de anacağız, elbette ki onların yaptıklarıyla gurur duyacağız. Ama tarihi geleceğe doğru büyütmek zorundayız.
Dumlupınar Müzesini gezmeyen arkadaşlarım gezsinler. O müzede Milli Kurtuluş Savaşı sırasında kullanılan silahları göreceksiniz, tüfekleri göreceksiniz. Alman tüfeği var, Fransız tüfeği var, Rusların tüfeği var, Osmanlının bir tüfeği bile yok. Ne demektir bu? Kaba güçle dünyaya egemen olunmuyor o geçti. Akıl gücüyle dünyaya egemen olacaksınız.
Elin oğlu biz kılıçla giderken o karşıma gelemiyor ki onun elinde kılıç yok ki. 50 metreden kurşunla indiriyor seni. Ne demiş Köroğlu? “Delikli demir icat oldu, mertlik bozuldu.” Ama bizimkiler delikli demirin farkında bile değiller.
chporg
Cumhuriyeti kuranlar ne yaptılar? Bir topluiğne üretemeyen bir imparatorluk devraldılar, bir topluiğne bile üretemiyor, bir metre demiryolu bile yok, bir tane milli bankası bile yok. 1925 yılında gittiler Kayseri’de uçak fabrikasının temelini attılar. 1934 yılında Kayseri’den kalkan ilk milli uçağımız Ankara’ya indi.
. Osmanlının, övündüğümüz... Atalarımız tabii övüneceğiz elbette atalarımız, Fatih de, Kanuni de, Yavuz da, bunlar bizim kökenlerimizi oluşturuyor zaten. Ama Osmanlının parasını basacak bankası bile yoktu, yabancılar basıyordu Osmanlı Bankası. Peki, biz kendi milli paramızı en son ne zaman bastırdık, hangi bankada bastırdık? 1 Haziran 1930’da Merkez Bankasını kurdu.
İşsizliği çözmenin bir tek yolu var. Üretmek! Üretirseniz işsizlik sorunu olmaz, üretirseniz beka derdi olmaz, üretirseniz ekonominiz rahatlar!
600 yıllık Osmanlı niye battı? Üretmediği için battı. Osmanlı Dönemi’nde Osmanlı’nın parasını basacak banka yoktu. Banka yabancılara aitti. Osmanlı askerleri yalınkılıç savaşırken, aklını kullanan üreten ülkeler silahla savaştı! Devlet aklını kullanmayan toplum gelişemez! Bir metre bez üretilemedi. Yok. Okuma oranı kadınlarda binde 8. Erkeklerde yüzde 5-8. Hangi sanayi ürünü vardı. (sozcu ntv haberturk suputnik ensonhaber)
Bana bu fırsatı sağlayan cumhuriyete ve onun kurucusuna yaşamım boyunca hep minnet duydum. Osmanlı’nın varlığı halinde ben okuyamayacaktım ama cumhuriyet bize eşit yurttaşlığı, fırsat eşitliğini, eğitimi, aydınlanmayı getirdi” diye konuştu.
(ntv milliyet gazeteduvar haberturk)
Mustafa Kemal Atatürk'ün okuduğunu bilmiyor galiba!
1-Tarihçi Donald Quataert, Halil İnalcık’ın editörlüğünde yayınlanan “Osmanlı İmparatorluğunun Ekonomik ve Sosyal Tarihi”nde şöyle yazıyor: Klasik Osmanlı nizamında yerel düzenlemeler ticaret ve sanayii frenliyordu. Tanzimat ve Abdülhamit bunları kaldırmaya başladı ekonomi de büyüme yoluna girdi… Fakat Quataert hemen dikkat çeker:
“Osmanlı İmparatorluğu 1800 ile 1918 arasındaki 118 yılın 53’ünde (% 45) harp halindeydi. Bu tüyler ürperten bir durum!”
(Cilt 2, s. 913)
2-Doç.Dr Tayfur Erdoğdu Ağır Sanayi: Tophane, tersane,baruthane. Halı, porselen osmanılı markasıdır. Türkiye cumhiriyeti ancak 1960 ta osmanılının son dönemdeki dış ticaret hacmini yakalayabildi.
3-İktisat tarihçisi Şevket Pamuk, “Türkiye’nin 200 Yıllık İktisat Tarihi” adlı eserinde 19. yüzyılda Osmanlı ekonomisinin geliştiğini fakat bunun yavaş olduğunu belirtir.
Kabaca Avrupa’da yüzde 2 büyüme, bizde yüzde 1 büyüme! “Yok” değil, yetersiz…
4-Fatih Altaylı
-Teke TekTeke Tek - 12 Kasım 2019 (Cumhuriyet Osmanlı'dan kopuş mu, devamlılık mı?)
-Teke Tek Özel - 17 Kasım 2019 (Osmanlı'da sanayileşme var mıydı?)
-Teke Tek Özel - 20 Kasım 4.Bölüm
1-Teke Tek Özel -Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan(Atatürkçü) /10 Mayıs 2009:
-1944 yılında...407 azeri mülteci bize sığınıyor savaştan dolayı inönü rusyaya iade etmeye çalışıyor...bizde kurşuna dizilirler diye inönün özel kalemi ile bağlantı kurup yanına ulaştım elini öptüm...böyle bir durumlar var size iftira atıyorlar diye konuya girdim...bana bağırmaya başladı sen karışma dedi.sen kim oluyorsun.sen bizim işimize karışma bizim işimize...
-iade yaparsanız tarihin en büyük lekesini üzerinize almış olursunuz...osmanlıyı ozamanlarda okullarda okuyoruz kötüydü diye sadrazam tevfik paşa o bile macarları polonyalıları rusya savaş tehdidi ettiği halde iade etmedik harbi göze aldık.Tevfik paşa sadrazam ingiltereye gittiği zaman ingiliz gençleri kendileri taşıdılar böyle bir kahramanlık yaptığı için dedim...hemen polisleri çağırtıp beni sille tokat attırdı...acayip kindardır...haberturk-youtube
Rus devlet kanalı Rossiya 24’e konuk olan Kirill, Osmanlı İmparatorluğu’nda hiç kimsenin Hristiyan azınlıkları yok etmediğini, dini toplulukların arasında bir ilişki düzeninin bulunduğunu ifade etti.
Patrik Kirill, “Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu’nu ele alalım, evet, Hristiyan azınlıklar vardı fakat hiç kimse onları yok etmedi. O zamanki dini topluluklar arasında bir ilişki, kurulmuş bir etkileşim düzeni vardı, insanlar yaşıyordu, ibadetlerini yerine getiriyordu, patrikhane vardı, kilise vardı” diye konuştu. haberturk
Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuçiç de 2016’da yaptığı bir açıklamada Murad Hüdavendigar’a olan hayranlığını gizleyememiş ve kendisini Sırp Kralı Lazar’la mukayese eden bir suale verdiği cevapta, “Ne ben Lazar’ım ne de karşımda bir Murat var. Sırbistan’da Murat gibi bir yiğit bulunmaz. Murat ciddi bir komutandı. Büyük bir strateji uzmanıydı. Bu bizimkiler onun tırnağı dahi olamaz” diye konuşmuştu.
Yabancı Gözüyle Osmanlı İmparatorluğu (onedio)
Hazırlanıyor...(Fabrikalar, Okullar, Üniversiteler)